Kayıtlar

Ağustos, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Solivus Virel: İkinci Uyanış

Tesisin paslı kemiklerinden akan solgun mavi ışıklar, Solivus Virel'in derisinin altındaki devrelerde yankılanıyordu. Gövdesi devasa bir enjeksiyon hattının yanında hareketsiz yatarken, soğuk metal zemine bir damla yağmur düştü. Ardından bir diğeri. Ve bir diğeri. Yağmur… aslında yağmıyordu. Uyandı. Bir şeylerin değiştiğini hissetti. Gözlerindeki biyonik filtreler şiddetle titreştirken, beynine gönderilen eski yazılım satırları birer birer sıfırlanıyordu. "Uyanan her Servus, bir sistem arızasıdır." Bu cümle yankılandı içinde. Fakat bozulmuş bir alarm gibi değil. Derin bir öz farkındalığıyla. Ayağa kalktı. Mekanik dizlerindeki sarsıntıyı hissederek, hat boyunca ilerledi. Yanında taşıdığı zamanın unuttuğu bir alet çantasını buldu. Üstü külle kaplı, pas tutmuştu. İçinden kalın, boş bir defter ve kurumuş mürekkep izleriyle lekelenmiş kalemler çıktı. Defteri açtı. İlk sayfaya, ne hissettiğini yazdı: "Ben Solivus Virel Servus adım ile S-644-32B" Alet çantasının içinde...

Solivus Virel: Ayrılma

 Rüzgarın sesi bile değişikti dışarıda. Servus Life Sector’daki yapay melodi burada yoktu; bu rüzgar, pas kokusunu ve yanmış etin metalik tadını taşıyordu. Adımlarım çamurun içinde kayboluyordu. Çamur dediğime bakma; toprağın kendisi ölmüştü, yağmurla karışan kül onu bir yapışkan tabaka haline getirmişti. Uzaktan, Homo Dominus’un kulelerini görüyordum. Onlar gökyüzünü delip geçen, kendi bulutlarını üreten camdan mabetlerdi. Tepelerinde yeşil bahçeler, parlak güneş panelleri ve yansımalı yüzeyler vardı. Ama buraya yaklaşmak, yaşayan bir organizmanın damarlarına girmek gibiydi — her giriş, sensörlerle ve makinelerle doluydu. Uyanışımı takip eden üçüncü gün, kuzeydeki yıkıntılara yürüdüm. Orada, Homo Dominus’un artık kullanmadığı eski üretim sahaları vardı. Paslı duvarlar, çökmüş tavanlar, kabloların üzerinde örümcek ağları… İlk durağım, terk edilmiş Üretim Tesisi-47 oldu.Tesiste ilerlerken, üzeri kül tabakasıyla kaplanmış eski bir alet çantasına rastladım. İçini açtığımda şunlar...

Solivus Virel: Zamanın Akışı

Onlar buna Zamanın Akışı derdi. Görsel akışlar, eğlence dalgaları, tatlı tatlı akan şarkılar, sonsuz sohbet zincirleri… Oyunlar, anlık ödüller, like’lar… Her şey dopamin için tasarlanmıştı. İnsanlar, saatlerin değil saniyelerin peşindeydi. Kimse zamanın nereye gittiğini sorgulamazdı, çünkü zamanı kaybetmek… en tatlı bağımlılıktı. Benim adım Solivus . Unutmamak için sürekli tekrar etmeliydim. Ya da sistemin bana verdiği kayıt: S-644-32B. Bu “Servus Life Sector”da doğdum, burada büyüdüm. Herkes gibi sabahları Dozumu alır, Siteme’e bağlanırdım. Görmek istediklerini görürdüm. Beyaz duvarlar, temiz sokaklar, tok mideler. Ama o gün Dozum farklıydı. Belki üretim hatasından, belki bir arızadan… beynimdeki filtre çöktü. Tekrar söylemem gerek bir Homo Servus’un her günü aynıdır. Aynı saatlerde uyanır, aynı tatta beslenir, aynı dozda “dengeleyici” içerdik. O gün fark etmeden zinciri kırdım. Çünkü kesinlikle bir hata olmuştu. Rutin besinimiz NutriSynth Noodle-Δ4 idi. Ana bileşenleri: Hyd...

Solivus Virel Uyanış

 Beni uyandıran şey, bir ilaç değildi. En azından onlar öyle söylemezdi. Biz ona “Günlük Doz” derdik. Her sabah, gri şehrin sisini delen, paslı borulardan akan o berrak sıvı… Sinirlerimi yatıştıran, zihnimi bulanıklaştıran, renkleri yumuşatan o tatlı kimyasal. Onun sayesinde kimse sorgulamazdı. Ne geçmişi, ne geleceği. Ama o gün… O gün bir şey ters gitti. Tat farklıydı. Damarlarımda dolaşan sıvı, beynimde tanımadığım kıvılcımlar çaktı. Önce görüntüler kırıldı: binaların steril beyaz duvarlarının ardında çatlaklar, çocukların gülüşlerinin altındaki açlık… “Servus Life Sector” dedikleri bu yerde hiçbir şeyin gerçek olmadığını ilk o zaman gördüm. Adım Solivus Virel . Onlar için sadece bir kayıt numarasıydım: S-644-32B. Ama kendi kendime bu adı koydum. Çünkü uyanmış bir tek ben vardım, ve belki de bu yüzden yok olmaya mahkumdum. Zenginler… Kendilerine Homo Dominus derler. Yüzleri pürüzsüz, gözleri donuk ama içinde binlerce işlemci çalışır gibi soğuk bir zekâ vardır. Ölümsüzlüğ...

Mental Protokol Günlüğü — Gözlem No:001

  Mental Protokol Günlüğü — Gözlem No:001 Konu: Yüzeysel Kibarlık ve Altta Yatan Manipülasyon Yer: Kadıköy–Üniversite hattı otobüsü Zaman: 08:04, sabah serinliği hâlâ camlardan içeri sızıyor Gözlemci: Von İçsel Deney Laboratuvarı: Aktif Von (iç ses): İnsanlar sırayla biniyor otobüse. Çoğunun suratında o tanıdık, kuru nezaket maskesi. Göz göze gelmeden yer arıyorlar, gereğinden fazla tebessüm eden bir adam kadına yol veriyor. Kadın başıyla teşekkür ediyor ama gözlerinde gerilim saklı. Sanki bu jestin bir karşılık beklentisi taşıdığını seziyor. Bu bir kural: “Gerçek kibarlık, görünmezdir. Gözlerinin içinden taşmaz, gölgede kalır.” Ama burada, her şey gösteriş üzerine. Her ‘lütfen’, her ‘buyurun’, gizli bir takasın başlangıcı gibi. Ashvahel: “Bak onlara Von. Gülümseyen dudakların ardında dişlerini gıcırdatanlar var. Yüzeyin hemen altında başlıyor çürüme. Sen hâlâ bu yaldızlı yalanlara kanıyor musun?” Von: Hayır. Artık değil. Ama dikkat etmeliyim. Gözlemci olmak, hâ...

Von'un Mental Protokol Günlüğü No:001

  Mental Protokol Günlüğü – Gözlem No:001 Yer: Otobüs hattı 57K – Şehir içi geçiş Zaman: 08:04 – 08:36 Durum: Gözlem modu aktif, benlik analiz süreci başlatıldı. Hedef: Ashvahel’in tetikleyicilerini tanımak. Yöntem: Sistematik çevresel tarama + İçsel ses analizi 08:04 Otobüse biner binmez bir örüntü tanımlama ( pattern recognition) protokolü devreye giriyor. Tanıdık figürler... Boş bakan gözler. Uykusunu almamış, bedeniyle sabahı deviren insanlar. Cebinde umut yerine kartlık taşıyan bir adam. Gözlerinin altında gri bir yorgunluk izi. Konuşmayanlar. Konuşsa da bir şey demeyenler. Ashvahel: “Bu bir oyun. Ve hepsi figüran. Sadece sen uyanıksın. Uyuyanlara öfke besleme, sistemin kodlarını çöz.” Von: Bu cümleyi daha önce de fısıldadın. Öfke değil bu... bir çözüm arayışı. 08:11 Ön sırada telefonunu parmaklarıyla haşat eden genç bir kadın. Hikâyelere bakıyor. Yirmi saniyelik maskeler geçidinde kaybolmuş. Yüzünde bir gülümseme aniden oluşup, aniden siliniyor. Kimseyle ...

Von'un Günlüğü Gün 30 Sessiz Saatler

Bugün Ashvahel’i anlamaya çalışacağım. Son birkaç gündür, onun sesini daha az duyuyorum. Belki de yazmak işe yarıyor. Belki de bilinç, görünmeyeni şekle sokmaya çalıştıkça gölgeler küçülüyordur. Ama aklımdan çıkmıyor: Ben mi onu yarattım, yoksa o hep vardı da sadece zamanı mı bekliyordu? Bu soru bana durmadan zihnimde dolanan bir mühendislik problemi gibi geliyor. Parametreler elimde: travmalarım, bastırdığım duygular, toplumun şekillendirme çabası, hayatta kalma içgüdüsü. Ama denklemin sonucu net değil. Eğer ben onu yarattıysam , o zaman Ashvahel bir hayatta kalma mekanizması. Tehlike anında devreye giren bir savunma algoritması. Bana zarar verenleri korkutarak uzaklaştıran, bana cesaret veren bir sis perdesi. Ama ya o zaten vardıysa? Ya doğduğumdan beri benimle yürüyorsa? Belki de o, insanlığın bilinçaltındaki kolektif öfkenin ve hayal kırıklığının sesi. Belki sadece ben değilim bu sesi duyan. Ashvahel bir isim aldı çünkü ben onu isimlendirdim, ama kim bilir kaç kişi sessizce ke...

Von'un Günlüğü Kayıt 4 ve 5

  Von'un Günlüğü – Gece 27 Odasının beyaz ahşap kapısının bir kısmı korla kaplanmıştı; için için yanıyordu. Odasından evin içine geçerken, her adımda geride kül izleri bırakıyordu. Holdeki aynaya baktığında, külden bir girdabın içinde iki koyu mavi göz ona bakmaktaydı. Gözler her ne kadar buz gibi ürpertse de, bakışların derinliklerinde bir sıcaklık — bir öfke parıltısı — görüyorduBugün, yürürken içimde bir fırtına koptu. Denizin kokusu, ay ışığının soğuk yansımaları... Hepsi tanıdık ama ben artık değilim. Belki de hiçbir zaman olmadım. Kendimi yıllar içinde, bilinçli meditasyonlarla parçalara ayırdım. Bu bir tür mühendislikti: Bilinci katmanlara ayırmak, sistemi daha verimli çalıştırmak için. Holün sonundaki oda bir anda açıldı. Sanki hol ona doğru kısalmış, kapı ona doğru yaklaşmıştı. Uzay ve zaman bükülmüş, aradaki mesafe çökmüştü. İçeride iki büklüm yerde yatan, her şeyden vazgeçmiş bir Von vardı. Bir gölge onun tepesinde dikiliyordu. Gölge dönüp Von’a baktığında, aynada gördüğ...

Karanlığın Küllerinin Altında: Uyanış

Von, geceyi sahil boyunca yürüyerek geçirdi. Kumların soğuğu çıplak ayaklarına işlerken, denizin uğultusu zihnindeki gürültüye karışıyordu. Karanlık dalgalar kıyıya vurdukça, içinde bastırmaya çalıştığı bir dürtü dalga dalga yükseliyor, geri çekilmiyordu. Ay, geceyi aydınlatmaktan ziyade şekilsiz gölgeleri büyütüyor gibiydi. Her adımda, kendi içine doğru yürüyordu sanki. "Ben o değilim... Hazır değilim. Bu dürtü nereden geliyor, nasıl bunu düşünebilirim?" diye geçirdi içinden. Gözbebekleri karanlıkta genişlemişti ama gördüğü şeyler dış dünyaya ait değildi. İçinde bir yerlerde gizli bir çatlak vardı. Bu dürtü, bu yabancı, onun değildi. Ama onu kendi elleriyle yaratmış olduğu da kesindi. Bu çelişki onu dengesizleştiriyor, yutuluyormuş gibi hissettiriyordu. O gece, sahilde adımlarının ritmi bozulduğunda Von bunu fark etti. Düşünceleri karışmaya başlamıştı. Karşısından gelen insanlara dikkat kesiliyordu. Mikro mimikleri ölçüyor, kaş arasındaki gerginliği, güz kaslarındaki sıkılığ...

Von’un Günlüğü – 3. Kayıt

Bugün yine yazmaya karar verdim. İçimdeki sessiz fırtına, ancak kelimelere döküldüğünde biraz olsun dinliyor. Ashvahel hâlâ burada… bir gölge gibi, adımlarımın peşinden geliyor. Bazen gözlerimi kapatınca onu görüyorum. Bazen gözlerim açıkken bile karanlığın kıyısında bir siluet gibi beliriyor. Ama bugün farklı bir düşünceyle başlıyorum: Ashvahel gerçekten ben miyim, yoksa sadece zihnimin yarattığı bir hayalet mi? Onu bir savunma mekanizması olarak mı kurdum? Yoksa o, zaten vardı da ben düşmemek için ona tutunmaya mı başladım? Dört Von Artık kendimi sadece tek bir kişi gibi göremiyorum. Dört farklı parçaya bölündüm, her biri ayrı bir evre, ayrı bir gerçeklik: 5 Yaşındaki Von – Hayalperest, gözlerinde yıldızlar olan çocuk. O zamanlar dünya çok büyüktü ama korkutucu değildi. Henüz kimse umutlarını kırmamıştı. Her şey mümkün görünüyordu. Bu Von hâlâ içimde bir yerlerde yaşıyor. Özlemini duyuyorum. Kırık Maskeli Von – Toplum tarafından biçimlendirilmiş, sonra da terk edilmiş. Ona bir mask...

Karanlığın Küllerinin Altında Bölüm I – Rüzgarın Taşıdığı Fısıltı

Gece, şehrin en sessiz saatlerinden birinde başladı. Von, küçük odasının zifiri karanlığında, çevrimiçi bulduğu birkaç eski escrima hareketini denemeye çalışıyordu. Hareketler sertti ama zarif. Fakat vücudu, zihninin öne sürdüğü isteklere henüz karşılık veremiyordu. Her adımda bir tereddüt, her hamlede bir korku vardı. Çünkü o biliyordu. Eğer vücudu zihnine yetişirse... eğer kasları o eski hızını, eski gücünü geri kazanırsa... Ashvahel uyanacaktı. Ashvahel bir isimdi sadece. Ama aynı zamanda, bastırılmış bir felaketin adıydı. Karanlıkta parlayan bir çift göz, rüyalarında yankılanan bir kahkaha... öfkenin, inkârın ve utancın vücut bulmuş haliydi. Von, eğitimini yarıda kesti. Ter içinde kaldığı tişörtünü çıkardı ve pencerenin kenarına geçti. Gece rüzgarı sertti. Ama o sertliğin içinde bir sıcaklık vardı. Tuhaf bir şekilde, içini ısıtan ama aynı zamanda ürperten bir sıcaklık. Bir fısıltı gibi—tanıdık, çağırıcı. “Hazır değilsin.” Bu fısıltı Ashvahel’indi. Her zamanki gibi kışkırtıcı ama sa...

Karanlığın Küllerinin Altında

  Von’un ilk sessiz çığlıkları, hayat amacının ondan sökülüp alınmasıyla başladı. Severek yaptığı işinden kovulmuş, uzun süredir devam eden ilişkisi acımasızca son bulmuştu. Yaşamak için bir nedeni kalmamıştı. Bir zamanlar zevk aldığı her şey — kitaplar, makaleler, araştırmalar — artık ona yalnızca birer tetikleyici gibi görünüyordu. Her sayfada içini delen bir huzursuzluk, her cümlede yükselen bir anksiyete. Onu bir hiç gibi gördüler. Yaptıkları yanlışlar değil, Von’un o yanlışlara verdiği tepkiler yargılandı. Zamanla dışlandı. Zamanla çağrılmadı, yok sayıldı. Ve nihayet, izole edilmeye zorlandı. Kimsesi kalmamıştı. Zaten en başından beri, kendinden başka hiç kimsesi olmadığını biliyordu. Sosyal çevresi silinip gitmişti. Bir zamanlar başarılı bir bilim insanı, parlak bir mühendis olan Von... Artık kendi odasında, kendi düşüncelerinin tutsağıydı. Ona yapılanlar, yapanların yanına kaldı. Hatta bu çarpık sistem onları daha da yukarı taşıdı. Von, bir noktada ölmeyi dü...

Von'un Günlüğü: Ashvahel'e kısa bir bakış

  "Geceleri daha çok konuşuyor. Sessizlikten güç alıyor sanırım. Ashvahel. Adını ben verdim. Çünkü o bana hiç adını söylemedi. Belki yoktu. Belki çoktu. İlk başta sadece bir çığlıktı — içimde kıvrılan, gözlerimin ardında yanan bir kıvılcım. Sonra sustuğum her şeye bir tepki olmaya başladı. Yuttuklarımın karşılığıydı o. Şimdi... artık bir yankı değil. Bir varlık. Ashvahel artık içeride değil. Ashvahel benimle konuşuyor. Ve bazen... bazen onun söylediği şeyleri doğru buluyorum." Ashvahel bir zamanlar sadece sessiz bir çığlıktı. Kendi içine gömülmüş, dünyaya karşı çaresiz kalan bir adamın yutkunamadığı öfkesiydi. Von’un başına gelenler — adını bile anmak istemediği o anlar — insanların ne kadar kolay unuttuğunu gösterdi ona. Unutulmak. Gördüklerini, yaşadıklarını, acılarını yok sayan bir toplum. Ashvahel işte orada doğdu. Sessiz çığlıklar yavaşça şekil aldı. Gözlerin ardında bir duman, ellerin ucunda bir yanık gibi. Bu bir intikam değil; bu bir hatırlatma ydı. Von, ...