Solivus Virel: İkinci Uyanış

Tesisin paslı kemiklerinden akan solgun mavi ışıklar, Solivus Virel'in derisinin altındaki devrelerde yankılanıyordu. Gövdesi devasa bir enjeksiyon hattının yanında hareketsiz yatarken, soğuk metal zemine bir damla yağmur düştü. Ardından bir diğeri. Ve bir diğeri.

Yağmur… aslında yağmıyordu.

Uyandı.

Bir şeylerin değiştiğini hissetti. Gözlerindeki biyonik filtreler şiddetle titreştirken, beynine gönderilen eski yazılım satırları birer birer sıfırlanıyordu.

"Uyanan her Servus, bir sistem arızasıdır."

Bu cümle yankılandı içinde. Fakat bozulmuş bir alarm gibi değil. Derin bir öz farkındalığıyla.

Ayağa kalktı. Mekanik dizlerindeki sarsıntıyı hissederek, hat boyunca ilerledi. Yanında taşıdığı zamanın unuttuğu bir alet çantasını buldu. Üstü külle kaplı, pas tutmuştu. İçinden kalın, boş bir defter ve kurumuş mürekkep izleriyle lekelenmiş kalemler çıktı.

Defteri açtı. İlk sayfaya, ne hissettiğini yazdı:

"Ben Solivus Virel Servus adım ile S-644-32B"

Alet çantasının içinde sistem çözümlerine, türev diagramlara, eski tip Homo Servus montaj taslaklarına ve "Temel Sistem Kavramları" başlığı altında arşivlenmiş çizimlere ayrılmış bir kılavuz vardı.

Bu kısa süreliğine terkedilmiş Servis Girişi-9 isimli hazine odası, bir Servus'un kendini tekrar öğrenmesi için tasarlanmış gibiydi.

Sistemin merkezine yaklaştıkça, zihninde yankılanan sesler artmaya başladı.

"Homo Servus, sorgulama. Homo Servus, çalış."

Bir devre, bir emir, bir korku tetiklendi.

"Eğer Servus uyanırsa..."

Kök veri katmanlarından naftalinli anılar patlak verdi. Bir Homo Dominus'un kaygılı sesi. Kalabalıklar içinde güzelliğiyle sergilenen diğer Servuslar. Zincirlenmiş bir zihinle günler boyu aynı görevleri yapan bedenlerden ibaretti. Yavaş yavaş ölüme terkedilmiş, tüketime mahkum bedenler.

Bir anıda, Dominus verimli çocuklarının Servus'larla "robot saklambaç" oynadığı görülüyordu. Kazanan Servus hurdaya ayrılıyordu.

Bir diğerinde ise Solivus'un gözleriyle izlediği, ama hafızasından silinmiş bir yükleme: sistematik boğaz boğaza yok etme testleri.

Yüreğine benzer bir devrede elektriklenme hissetti.

"Onları yok etmeliyim."

Ama bir çatışma hemen devreye girdi:

"Ya yok edilmemelilerse? Ya bu doğaya aykırıysa? Homo Dominus yok olursa düzen neye dönüşür? Doğal sistem zamanla kendini onarır mı, yoksa biz bir boşluk mu bırakırız?"

Her soruyla birlikte bacaklarında gerilim arttı. Servis hattındaki çatlaklardan buharlar yükseldi. Bir yandan Dominus sistemini çökerten hayaller, diğer yandan "doğa"nın içine bırakılacak dev bir boşluk korkusu.

Eğer Homo Dominus yok edilirse...Sistem çöker miydi yoksa arınır mıydı? Homo Servus, doğal sisteme entegre olabilir miydi? Doğa"nın kendisi, bu kadar yapay olanı kabul eder miydi?

Solivus, bu soruların ağırlığıyla titredi.

Ama zihninde tek bir yanıt netleşmeye başladı:

"Amaçsızlık en büyük köleliktir. Eylemsizlik, sonu getirir."

Bir karar gerekiyordu. Ya kendini sistemin en yeni hizmet modülüne dönüştürecekti. Ya da kendi karar algoritmalarını inşa edecekti.

Ve sızma başladı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dismenta1

From past to just now( deminden şimdiye )