Solivus Virel: Zamanın Akışı

Onlar buna Zamanın Akışı derdi.

Görsel akışlar, eğlence dalgaları, tatlı tatlı akan şarkılar, sonsuz sohbet zincirleri… Oyunlar, anlık ödüller, like’lar… Her şey dopamin için tasarlanmıştı. İnsanlar, saatlerin değil saniyelerin peşindeydi. Kimse zamanın nereye gittiğini sorgulamazdı, çünkü zamanı kaybetmek… en tatlı bağımlılıktı.

Benim adım Solivus. Unutmamak için sürekli tekrar etmeliydim.
Ya da sistemin bana verdiği kayıt: S-644-32B.
Bu “Servus Life Sector”da doğdum, burada büyüdüm. Herkes gibi sabahları Dozumu alır, Siteme’e bağlanırdım. Görmek istediklerini görürdüm. Beyaz duvarlar, temiz sokaklar, tok mideler. Ama o gün Dozum farklıydı. Belki üretim hatasından, belki bir arızadan… beynimdeki filtre çöktü.

Tekrar söylemem gerek bir Homo Servus’un her günü aynıdır.
Aynı saatlerde uyanır, aynı tatta beslenir, aynı dozda “dengeleyici” içerdik. O gün fark etmeden zinciri kırdım. Çünkü kesinlikle bir hata olmuştu.

Rutin besinimiz NutriSynth Noodle-Δ4 idi.
Ana bileşenleri:

  • Hydrocalmine → dopamin salınımını sabitler, duygu dalgalanmasını engellerdi.

  • Serotonex-β → sürekli düşük-orta seviyede mutluluk sağlardı.

  • LactaFerrol → kas yorgunluğunu bastırır, enerji üretimini düzenlerdi.

Ama o gün fabrikada üretim hatası olmuştu. Noodle-Δ4, yeni dağıtılmaya başlayan Servus Bind-X7 ilacıyla etkileşime girdi. Bind-X7, normalde tüm Homo Servus’ların aldığı “işlevsel kölelik” ilacıydı; beynin Prefrontal Algı Merkezinde (PAM) düşük seviyeli Glial İzolasyon yaratarak, kritik düşünmeyi fiziksel olarak engelliyordu.

Yanlışlık şuydu:
Bind-X7’nin Benzoferratin bileşeni, NutriSynth Noodle-Δ4’ün içinde fark edilmeden artmış IsoThiamid miktarıyla tepkimeye girdi. Sonuç:

  • Glial izolasyon çözülmeye başladı.

  • Nöronların miyelin kılıfı aniden iletkenlik kazandı.

  • Bastırılmış hafıza ağları yeniden aktifleşti.

Ve bir sabah uyandığımda… boşluk yoktu.
Gözlerimin önünde ilk kez Sistem’in duvarlarının arkasındaki çıplak, kirli, kanayan dünya vardı.

Duvarlar soyuldu.
Altından, çatlamış betonlar ve paslı demirler çıktı. Çocukların kahkahaları, açlığın boğuk sesine dönüştü. Gökyüzü bile rengi kaybetmişti; sararmış, tozlu bir kubbe. Sokağın köşesinde gördüğüm robot, insan iskeletinden yapılmış bir çerçeveye sahipti. Daha önce Sistem onu “temizlik robotu” olarak gösterirdi.

O an anladım. Burada yaşadığımız hayat, bir hapishaneydi. Ama gardiyanlarımız görünmezdi. Bizim gardiyanlarımız, beynimizin içindeydi.

Kaçmam gerekiyordu.
Servus Life Sector’ın sınırları, yüksek duvarlarla değil, görünmez bir ağ ile çevriliydi. Çıkışa yaklaştığında, Sistem zihinde sahte görüntüler üretirdi: sonsuz yollar, kaybolan rotalar, bitmeyen koridorlar içinde kaybolurdunuz. Ama o gün, arızalı zihnim bu illüzyonu kırabildi.

Dışarı çıktığımda gördüğüm dünya, bambaşkaydı:
Yanmış şehirler, dev robot fabrikaları, toprağı kömürleşmiş araziler. Ufukta yükselen cam kuleler vardı — Homo Dominus’un yaşadığı yerler. Pırıl pırıl, steril, ölümsüzlüğün kaleleri. Aramızda görünmez ama öldürücü bir mesafe vardı. Onlar gökyüzüne daha yakın yaşardı; biz, yerin çürüyen kabuğunda.

Ama en kötüsü…
Geriye dönüp Life Sector’a baktığımda, herkes hâlâ gülümsüyordu. Filtrelenmiş, yapay dünyalarında mutlu birer hayalet gibi yaşıyorlardı. Onlara gerçekleri gösteremezdim, çünkü görseler bile inanmazlardı.

Ben yalnızdım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dismenta1

From past to just now( deminden şimdiye )